Ali Yurtseven, 1941 yılında Yunanistan’da, Ayşe ablası ve Salih abisinden sonra ailesinin son çocuklarından biri olarak ikizi Selver Hanım ile birlikte dünyaya geliyor. Aile 1949 yılında İskeçe’den Bergama’ya göçüyor. Bergama’ya geldiklerinde sekiz yaşında olmasına rağmen o günleri biraz da olsa hatırlayan Ali Bey, Yunanistan’da önceleri bir Türk köyünde yaşadıklarını, hatta köylerinde sadece değirmencinin Rum olduğunu söylüyor. Daha sonra İskeçe merkeze taşınıp orada hayvancılıkla geçimlerini sağladıklarını; 1941 senesinde amcası Hasan Bey’in Bergama’ya göçtüğünü, ondan sekiz yıl sonra da babası Yusuf Bey’in abisinin yanına, Türkiye’ye gitme kararı aldığını anlatıyor.
Ali Bey, 1959 yılında askeri okulda okumak için Bergama’dan İzmir, Gaziemir’e gidiyor ve okuldan 1960 yılında mezun oluyor. 5 Mayıs 1980 yılında TSK’daki hava astsubay başçavuşluk görevinden emekliye ayrılınca Bergama’ya geri dönüyor.
Bergama’da farklı lakaplarla tanınan Ali Bey’i arkadaşları, 17 yıllık Ulucami Mahallesi muhtarlığından kalma ‘Muhtar’ lakabından çok ‘Kokoreççi Başçavuş’ diye anıyor. Mahallesine olan vefa borcunu uzun muhtarlık döneminde ödemeye çalıştığını söyleyen Ali Bey’in ev telefonunu internetten muhtarlık numarası olarak bulup mahalle hakkında bilgi almak için hala arayanlar oluyormuş. Emekli olduktan sonra Bergama’da tam 20 yıl kokoreççilik yapan, kokoreçi ile meşhur olan Ali Bey, kente gelen turistlerin de bu dönemde ilgi odağı olmuş. Turistler onunla fotoğraf çektirip daha sonra memleketlerine döndüklerinde bu fotoğraflardan ona da postalamışlar. Kendisinin Japonya’dan gönderilmiş bir fotoğrafı bile var. Artık çalışmayan Ali Bey, mesleğini, seyyar kokoreç tezgâhıyla birlikte damadına devretmiş.
"Bu çalışmanın tüm içeriğine ulaşmak için bilgisayardan görüntüleyiniz.
Bu bölüm mobil görünüme uygun değildir."
ALİ YURTSEVEN
FOTOĞRAFLAR VE METİN:
ARZU ECE ŞAHİN
Ali Bey, 1942 doğumlu Sevinç Hanım ile 1961 yılını 1962 yılına bağlayan yılbaşı gecesinde Bergama’da evlenmiş. Sevinç Hanım, Bergamalı bir ailenin kızı ve o da Kale Mahallesi çocuklarından. Kurtuluş Mahallesi’nde geçen çocukluk ve gençlik yıllarından sonra Ali Bey ile evlenmiş. ‘O zamanlar iki göz odaydı’ diye duygulanarak andıkları şu an yaşadıkları evlerinde bir hafta kadar gelin olarak kaldıktan sonra Ali Bey’in tayini çıkınca Eskişehir’e taşınmışlar. Sevinç Hanım’ın baba evi de Kale Mahallesi’ndeymiş. Kurtuluş Çıkmazı’ndaki baba ocağı, yıllar içinde bakılıp korunamayınca ailenin çocukları tarafından yakın zamanda satılmış.
Kalabalık bir aileye sahip olan Ali Bey ve Sevinç Hanım, en büyüğü 1962 doğumlu altısı kız yedi evlat ve on üç toruna sahipler. Sevinç Hanım’ın ailesi ile Ali Bey’in ailesi arasında başka evlilik bağları da kurulmuş. Sevinç Hanım’ın ablası Güner Hanım ile Ali Bey’in kendisi gibi astsubay olan abisi Salih Bey evlenmiş. “Biz iki erkek kardeş, iki kız kardeşi aldık.” diyen Ali Bey, hem eşinin hem de kendisinin büyük aile bağlarından çok mutlu olduklarını söylüyor.
Tayin olarak gittikleri Merzifon, Eskişehir ve Akhisar’da sürdürdüğü mesleğinden emekli olunca tüm askeri kıyafetlerini tel örgüye bırakıp memleketi Bergama’ya dönen ve tekrar Tabak Köprü Caddesi’ndeki baba evinde yaşamaya başlayan Ali Bey’in evi 1949 yılında babası tarafından alınmış. Başlangıçta küçük iki odası ve ağaçlarla kaplı bir bahçesi olan bu ev, Ali Bey’in elinde yeniden şekillenmiş ve bugünkü halini almış. Odaları zaman içerisinde büyütülmüş, yeni oda eklemiş. Son olarak da oğulları için üst katı yapmışlar. Annesi Zekiye Hanım, evlerinin avlusunda bulunan mağaraları mutfak olarak kullanırmış. Evin yan caddesi olan İttihati Terrakki Caddesi’nin altında kalan mağara denilen Roma Dönemi tonozlarının bir kısmı bölgede yapılan altyapı çalışmaları sırasında tarihe karışmış. Cadde üzerinden geçen ağır vasıtalar nedeniyle yeraltı borularının çatlaklarından sızan kötü kokuların taş duvar örmek suretiyle bertaraf edilmeye çalışılması sırasında tüneller kalın duvarların altında kalmış. Günümüzde mahalleli -arkeologlar bunu doğrulamıyor olsa bile- tünellerin, Pergamon Akropolü’ne kadar devam ettiğini, ayrıca birçok yapının altında bu tür geçitler bulunduğunu söylüyor. Yaklaşık 60 cm olan kalın duvarlar sayesinde serin bir eve sahip olan Ali Bey, odaları büyütmelerine karşın tünellere zarar vermek istemedikleri için mutfaklarında bir büyütme yapmadıklarının altını çiziyor.
Yıllar içerisinde bir takım değişikliklere uğrayan avluda Ali Bey’in babası Yusuf Bey zamanından kalma bir çengel dikkat çekiyor. Kurban edilen hayvanların asıldığı çengel uzun yıllar boyunca kullanılmış. Girişin yan tarafında, şu an depo olarak değerlendirilen, geçmişte mahallenin muhtarlık bürosu olan küçük bir oda var. Bu oda ilk zamanlar, Ali Bey’in kokoreç yapmak için bağırsak temizlediği alanken daha sonra muhtarlık bürosuna dönüştürülmüş.
Eskiden evlerinde ısınmak için şömine kullanan Ali Bey ve ailesi daha sonra sobaya, son bir yıldır da kaloriferli sisteme geçmişler. Geçmişte ahşap olan avlunun giriş kapısı demir bir kapı ile değiştirilmiş. Bu giriş kapısının hemen yanında küçük bir çeşme ve yazları halen kullandıkları bir ocak var. Yaşamlarında oldukça önemli bir yer kaplayan avlu, Ali Bey’in en büyük neşe kaynağı olan üst katta yaşayan torunu Nisan Yağmur’un da oyuncaklarına ve yaz kış açan yediverenlere ev sahipliği yapıyor. Avlu, zaman içerisinde oğullarının sünnet töreninde mahalledeki komşularına yemek ikram ettikleri yer ya da kızlarının nişan sahnesi olmuş; şimdilerde ise Sevinç Hanım’ın gündelik işlerini hallettiği, Ali Bey’in gelini ile birlikte turşu kurduğu, belki de iki katlı bu evin en işlevsel mekânı. İçinde çok fazla ağaç bulunmasa da küçücük ceviz ağacının bu yıl bir kilo kadar ceviz vermesinden Ali Bey gururla bahsediyor
Avluda daha önceleri iki tane ayva, iki tane nar, iki tane erik ağacı ve büyük bir dut ağacı varmış. Yaklaşık 60 yıl önce bu dut ağacının Ali Bey’in babası tarafından bilmeden kurutulma hikâyesi de ilginç. Bergama’ya göçtüklerinde ilk birkaç yıl tütün eken ailesi avluyu tütün serme yeri olarak kullanırmış. Bu işten yeterli gelir elde edemeyince, Ali Bey’in babası şu an Bergama İlçe Halk Kütüphanesi’nin de bulunduğu İstiklal Meydanı’nda, pirinçten mercimeğe, fasulyeden bulgura birçok ürünü sattığı tezgâhını açıp sergicilik yapmış. Babası bu dönemde dondurma ve Şam tatlısı yapmayı öğrenince, ölene kadar sürdüreceği yeni işine başlamış. O dönemlerde dondurma, el arabalarında satılırmış. Gün içerisinde soğuk kalabilmesi için dondurmanın çevrildiği orta bölmenin yanına büyük buz kütleleri konur, buzu muhafaza etmek için de üzerine yarma tuz koyulurmuş. Günün sonunda eriyen buz ile tuz karışımını babası bahçede her gün aynı yere dökermiş. Zaman içerisinde bu tuzlu su bahçenin en büyük ağacı olan dutun köklerini kurutmuş, kuruyan ağacı kesmek zorunda kalmışlar. Bahçeden tek eksilen bu dut ağacı olmamış elbette, kendi kendine yıkılan ağaçlar da olmuş, evi büyütmek için kendilerinin kesmek zorunda kaldıkları ağaçlar da…
Evlerinin alt katında Ali Bey ile Sevinç Hanım, üst katta da oğlu Erginer Bey, gelini Filiz Hanım ve torunu Nisan Yağmur yaşıyor. Evden pek ayrılmayan Ali Bey haftada bir pazartesi günleri pazar ihtiyaçlarını karşılamaya, ara sıra da arkadaşlarıyla sohbet etmeye gidiyor. Fakat Ali Bey günlük rutininde zamanını evde geçiriyor. Sağlık problemlerinden dolayı çok sayıda ilaç aldığını, kendisine en iyi gelen şeyin de gün içerisinde eşiyle alışkanlık edindikleri bir saatlik öğle uykuları olduğunu söylüyor. Koah ve tansiyon hastalığına rağmen, gayet dinç olan Ali Bey evde yapılan her işe yetişmeye çalışıyor. Bu hareketliliği emekli olmadan önceki iş hayatında farklı işler yapıp hiç boş durmadığı zamanlarından kalma bir alışkanlık gibi.
Ali Bey ayda bir sağlık kontrolleri için İzmir’e gittiğinde, oradaki çocuklarına da uğruyor. O günlerde eşi Sevinç Hanım ise torununu eğlendirmek için Domuz Alanı’ndaki parka gidiyor ya da mahallede torunuyla yürümeyi tercih ediyor. Gençliğinde mahallesinden geçen öküz arabalarını anlatırken, “At arabasına bindiğimizde taksiye bindik zannederdik.” diyor. Mahallenin yokuşlu yolları yaşları ilerledikçe sorun olmaya başlamış ama evlerinin içindeki, avludaki hayatları onlara yetiyormuş. Sevinç Hanım ezanla birlikte kalkıp namazını kılıyor ve ev işlerine dalıyor ve çoğu zaman gün avluda son buluyor. Tarhanasını, makarnasını, bulgurunu hala kendisi yapan Sevinç Hanım bazen günü, avlusundan hiç çıkmadan tamamladığını söylüyor. Onu mahallesinde eski insanlar ‘dondurmacıların gelini’ olarak çağırırlarmış, fakat yaşlıların yitip gitmesinin üzerine yeni gelenler onu ‘kokoreççinin karısı’ olarak bilirmiş. Bergama’nın en iyi kokoreççilerinden Ali’nin karısı olmaktan duyduğu gururu anlatmadan edemiyor.