İstiklal Meydanı’ndan Kale Mahallesi’ne doğru ilerlendiğinde tam karşıda Talatpaşa Mahallesi’ne bağlı Abacıhan Sokak’a ulaşılır. Bir dönemin en tanınan sokaklarından Abacıhan’da, yokuştan yukarıya doğru birbirinden güzel tarihi evlerin arasından yürüyerek14 Eylül Okulu’na varılır. Burası mahalledeki eğitim verilen tek okul olmasının dışında 1960’lara kadar Zoodohu Pigis[i] (Yaşam Pınarı) Kilisesi’ne ev sahipliği yapan alandır.
Okulun önündeki yoldan Küçük Alan’a[ii] doğru gidildiğinde Alp Sokağı’nın tam karşısında iki katlı, beyaz cepheli ve mavi boyalı söveleri olan bir ev görülecektir. Burası Ayfer Şaşmazer’in ailesiyle birlikte 34 yıldır yaşadığı ve içerisinde hayatının en önemli dönemini geçirdiği evdir. Kapısı sürekli açık olan evin girişinde sineklere geçit vermeyen tül perde içerisinin görünmesini engeller ancak hoş bir sohbet veya televizyon sesi rahatça işitilir. Ön ve arka bahçesi olmayan ev, doğrudan sokağa açılan mavi renkli demir kapısıyla sokak ile içli dışlıdır. Binanın mimari formundan oluşan oylum küçük bir sokak bahçesine çevrilmiştir. Bu küçücük alanda Ayfer Hanım tarafından, kaktüsten börülceye, sakız çiçeğinden sardunyaya kadar birçok bitki yetiştirilmektedir.
Ayfer Şaşmazer’in 31 yıllık eşi Kemaleddin Bey, “Bu yan taraftaki başpapazın, bizim ev ise yardımcı papazın eviymiş” diye anlatıyor evin geçmişini. Eve ilk defa gelen herkesin, iç mekândaki mimari detaylardan dolayı mutlaka birtakım yorumlarda bulunup sorular sorduğunu söylüyor. İlk inşa edildiğinde iç avlu şeklinde düzenlenerek ‘taşlık’ diye adlandırılan giriş odasının zemin döşemeleri özgün ve iyi korunmuş fakat daha sonra bu kısmın üstü çatıyla kapatılarak yüksek tavanlı bir yaşam odasına dönüştürülmüş. Girişin solunda kalan duvarda büyük ve derin bir niş var: Hıristiyan inancı doğrultusunda inşa edilen yapıların pek çoğunda olduğu gibi kutsal köşe niteliğindeki bu niş, şimdilerde bir nevi eşya dolabına dönüşmüş durumda. Ama nişin içindeki duvarda Pergamon (Bergama) antik kentine atfen Nike[iii] heykelinin bir temsili resmi ile viran kapının alçıdan bir maketi var.
[i] Zoodohu Pigis (Yaşam Pınarı) Kilisesi: 1836 yılında, o döneme kadar küçük bir kilise olan yapı genişletilmiş ve mermer zemin, 30 adet mermer sütunla çevrilerek görkemli hale getirilmiştir. Kilise üç ayrı azize, Zoodohu Pigis, Agios Dimitrios ve Agios Antipas’a adanmıştı. Kilisenin tamiri esnasında, Türkler’in de para vererek yardımda bulundukları söylenir. Cemaat kodeksi ise Çetmi Ali’ye değinir; bu kişi yardımın yanı sıra 36.000 kuruş borç da vermiştir. Bölgede 1920’lerin ilk yıllarına kadar Rum Hıristiyan Cemaati’nin bireyleri yaşıyordu ve 31.420 kişi ile kalabalık nüfuslarından dolayı yapı büyük bir metropolit kilisesiydi. 1923-24 mübadele sürecinin ardından uzun bir süre boş kalan yapı 1960 yılında mevcut haliyle planları çizilerek yıkılmış yerine 14 Eylül İlköğretim Okulu yapılmış, 2014 yılında ise yanındaki tarihi bina Bergamalı Kadri Eğitim Tarihi Müzesi’ne dönüştürülmüştür.
[ii] Bergama’da Talatpaşa Mahallesi’nde Şazelli Sokağı, Küçük Alan Sokak ve Kara Halil Sokak’ın birleşiminde yer alan üçgen şeklindeki meydan halk arasında “Küçük Alan” olarak adlandırılmaktadır. Gün içinde çocukların oyun alanı iken akşamları sokakta yaşayanların sosyalleşme mekânına dönüşür.
[iii] Zafer Tanrıçası Nike Heykeli (Akroter), Roma Dönemi M.S. II. yüzyıla tarihlenen akroter (Köşe heykeli) Asklepion’da bulunmuştur. Günümüzde Bergama’yı temsilen belediyenin logosu başa olmak üzere bazı STK’lar ve özel girişimlerce de logolarında kullanılmaktadır.
"Bu çalışmanın tüm içeriğine ulaşmak için bilgisayardan görüntüleyiniz.
Bu bölüm mobil görünüme uygun değildir."
AYFER ŞAŞMAZER
FOTOĞRAFLAR VE METİN:
FATİH KURUNAZ
Ayfer Şaşmazer, 1967 yılında İnkılap Mahallesi’nde, Harputlu Mescidi’ne[i] yakın bir evde dünyaya gelmiş. Ablası ve kız kardeşi ile birlikte üç çocuklar. Aile büyükleri aslen Gürcistan göçmeni. Türkiye’ye ne zaman geldiklerini bilmiyor ancak ilk yerleştikleri şehir Artvin. Aile daha sonra Balıkesir’in Susurluk ilçesine göç etmiş. Baba Hasan Yalçın, Susurluk’a bağlı Mana Köyü’nde 1933 yılında dünyaya geliyor. Anne Zehra Yalçın (d. Susurluk, 1945) ile evlendikten sonra ablası Ayşe de 1964 yılında Susurluk’ta doğuyor. Aynı yıl, astsubay olan bir akrabaları Hasan Bey’e Bergama’da iş ortamının iyi olduğunu, gelip şansını denemesini öğütlüyor. Bergama’ya gelip hemen bir iş bulan Hasan Bey daha sonra Zehra Hanım ve altı aylık kızları Ayşe’yi de buraya getiriyor. Üç yıl boyunca birkaç farklı işte çalıştıktan sonra Hasan Yalçın, 1967 yılında, ömrünün sonuna kadar keyifle çalışacağı, kendisinin ve çocuklarının hayatına farklı deneyimler sunacak ve nihayetinde onları Kale Mahallesi ile buluşturacak Bergama Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi[ii] ve civardaki ören yerlerinde bekçilik görevine başlıyor.
[i] Harputlu Mescidi (1809) İnkılap Mahallesi, Harputlu Caddesi’nde yer almaktadır. Mescit enine dikdörtgen planlıdır. Ahşap çatılı bir harimi ile, son cemaat yeri vardır. Yapı malzemesi olarak; taş ve kireç harçla yapılmış olup, çatısı ahşaptır. XX. yüzyıl içinde, kuzeyine bir son cemaat yeri eklenmiştir. Harime giriş kapısı üstünde inşa kitabesi bulunmaktadır. Mecsit içine asılan levhalar, Bergamalı hattat Hacı Nazmi Altınkalem tarafından yapılmıştır. Mihrap; sade, yuvarlak kemerli, çeyrek küre şekilli kavsaraya sahiptir. Mescidin yanında zamanla mezarlık haline gelen haziresi bulunmaktadır.
[ii] Bergama Arkeoloji ve Etnografya Müzesi: Anadolu’daki arkeolojik yerleşimler arasında en erken keşfedilen antik kentlerden birisi olan Bergama’da, 1865 yılında Pergamon Akropolü’ndeki Bizans duvarı içinde, Zeus Sunağı’nın yüksek kabartmalarının bulunması sonucu, ilk araştırma çalışmaları başlamıştır. 1878-86 yılları arasında C. Humann ve A. Conze tarafından bu çalışmalar resmi kazılara dönüştürülmüştür. Bu kazılar sonrasında gün yüzüne çıkartılan eserlerin korunması amacıyla kazı evi bahçesinde küçük bir depo müze oluşturulmuştur. 1900-13 yılları arasında W. Dörpheld, H. Hepding ve P. Schatzwann tarafından akropolde kazı çalışmaları yürütülmüştür. Akropolde sürdürülen kazılar yanında Asklepion’da da kazı faaliyetlerinin başlaması sonucu ortaya çıkartılan eserlerin artması sebebi ile mevcut bina yetersiz kalmış ve yeni bir müze binasının yapılmasına gereksinim duyulmuştur.
1924 yılında arkeolojik eserlerin bir bölümü, şehir merkezinde yer alan ve 1934 yılında Halkevi binası olarak kullanılmış olan binaya nakledilerek sergilenmeye ve müzecilik hizmeti verilmeye başlanmıştır. 1928 yılında müzenin yönetimine Osman Bayatlı getirilmiştir. Bayatlı, arkeolojik eserlerin yanında bölgenin yakın dönem yaşam kültürüne ışık tutan etnografik eserleri de müze eser koleksiyonuna dahil etmiştir.
1932 yılında Bergama’ya gelen Mareşal Fevzi Çakmak müze kurulması için talimat vermiştir. Türk-Alman işbirliği çerçevesinde Mimarlar Bruno Meyer ve Harold Hanson tarafından Zeus Sunağı planından esinlenen proje kapsamında, eski bir mezarlık alanı olan bugünkü yerinde İzmir Valisi Kazım Dirik’in istemiyle 1933 yılında müzenin temeli atılmıştır. 30 Ekim 1936’da yapımı tamamlanan Bergama Müzesi İzmir Valisi Fazlı Güleç tarafından ziyarete açılmıştır.
Çalışmaya başladıktan sonra müze tarafından kendilerine tanınan lojman hakkını kullanıyorlar. Bu sebeple ilk evleri bugünkü Bergama Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi bahçesinin arkasında bulunan eski lojman binası. Herkesin bilet alarak girdiği bu kadar özel bir alanda Yalçın ailesi keyifli bir hayat kuruyor. Sonrasında, antik dönemde sağlık yurdu olarak kullanılan ve halk arasında Ayvazali olarak adlandırılan Asklepion[iii] ören yerinde gece bekçiliği görevine atanan Hasan Yalçın’a bugün kafeterya ve satış yeri olarak kullanılan binada yaşama imkânı veriliyor. Bu dönemde Ayfer Hanım, kardeşleri ve kuzenleriyle antik tiyatroda ve ören yerinin farklı yerlerinde istediği kadar dolaşabiliyor, oyun oynayabiliyor. O yıllarda çok sayıda yabancı turistin evlerini ziyarete geldiğini söylüyor. 13 Nisan 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün Bergama ziyaretinde verdiği talimatla 1937 yılından başlayarak 84 yıldır aralıksız her yıl düzenlenen Kermeslerde müze çalışanlarına sunulan kontenjan ile gittikleri tiyatronun yaşadıkları eve iki dakika mesafede olması ve gelen sanatçıları yakından görebilmek, o dönemin unutulmaz anıları arasında başı çekiyor.
[iii] Bergama Asklepionu: Antik çağın en önemli sağlık yurtlarından biri olan Asklepion, M.Ö. 4 yüzyılda Sağlık Tanrısı Asklepios adına inşa edilmiş olup M.S. 4. yüzyıla kadar ünlü bir tedavi merkezi olarak etkinliğini sürdürmüştür. Bergama Asklepionu’nda telkin ve rüya tabirlerine dayalı tedavinin yanı sıra, şifalı bitkilerden elde edilen ilaçlarla, müzik ve su sesiyle, çamur ve banyo kürleri ile perhiz gibi tedavi yöntemleri uygulanırdı. Bergama’nın güney batısında, sulak ve yeşil bir vadi içinde kurulan Asklepion’a yaklaşık 1 km uzunluğa sahip Kutsal Yol (Via Tecta) ile ulaşılırdı. Asklepion günümüzde ören yeri olarak kütüphanesi, tiyatrosu, tapınakları, kutsal su ve çeşmesi, yer altı geçidi (Kriptoportikos) ile ziyaret edilebilmektedir. 1976 yılında düzenlenmeye başlanan Uluslararası Grup Psikoterapileri Kongresi 1984 yılından bu yana her yıl Bergama Asklepionu’nda yapılmaktadır.
Babasının son görev yeri ise, Hellenistik Pergamon Krallığı’nın[iv] yaklaşık 148 yıl boyunca yönetim merkezi olarak kullandığı ve günümüzde ören yeri olarak ziyaret edilebilen Bergama Akropolü[v] oluyor. İlk taşındıklarında, şimdi bilet gişesi olarak kullanılan binanın arkasında, çamların altındaki lojmanda kalıyorlar ve daha sonra günümüzde Alman Arkeoloji Enstitüsü[vi] tarafından çalışma ve konaklama alanı olarak kullanılan Kazı Evi’ne[vii] yakın bir yere taşınıyorlar. Böylece Ayfer Hanım ve ailesinin hayatları Kale Mahallesi’nde süregelen hayata eklemleniyor.
“Kayınpeder anlatırdı,” diyor Kemalettin Bey, “gece nöbet değişimine çıkarken kalenin eteklerinde kazı yapanlarla karşılaşır, kolay gelsin der yoluna devam edermiş. Çünkü o dönem kazı yapmanın kaçak değil normal olduğu zamanlar. Toprak üstünde çok bronz ve mermer heykel görürmüş. Anlatırdı, biz de dinlerdik.” Bekçi olarak çalışırken bulduğu, üzerinde hayvan desenleri olan bir kese altın sikkeyi Bergama Müze Müdürlüğü’ne teslim eden Hasan Yalçın; mükâfat olarak iki günlük izin ve bakanlıktan takdir belgesi almış. Ayfer Hanım hala gururla anlatıyor babasının bu davranışını. Hayatında hep onu örnek almış. Geçmişi ve karakteri ile babasının, aile üstünde yoğun izleri var.
[iv] Hellenistik Pergamon Krallığı (Yunanca: Βασίλειο της Περγάμου) Batı Anadolu'da başkent Pergamon (bugünkü Bergama) olmak üzere kurulmuş devlettir. Krallığın kurucusu Philetairos, kuruluş tarihi de M.Ö. 281 yılı olarak kabul edilmektedir. M.Ö. 133 yılında Roma Cumhuriyeti'ne bağlanana kadar yaklaşık 148 yıl boyunca varlığını sürdürmüştür.
[v] Bergama Akropolü: Hellenistik dönemin en görkemli yerleşim merkezlerinden biri olan Pergamon’un (Bergama) kurulduğu Kale Tepesi’nin tarihi, günümüzden 4 bin yıl öncesine kadar gitmektedir. M.Ö. 281-133 tarihleri arasında Attalidler Hanedanlığı tarafından yönetilen kent, Pergamon Krallığı’na başkentlik yapmıştır. Yaklaşık 330 metre rakımlı tepe üzerine kurulup yamaçlardan eteklere doğru yayılan kent, teraslar üzerine inşa edilerek görkemli bir görüntü kazanmıştır. Kale Tepesi’nde; kral sarayları, Athena Tapınağı, Zeus Sunağı, tiyatro, Dionysos Tapınağı, Demeter Tapınağı, gymnasium, Traian Tapınağı, kütüphane, su sarnıçları, konutlar, çeşmeler gibi birçok yapı kalıntısı ören yeri niteliğindeki Bergama Akropolü’nde ziyaret edilebilmektedir.
[vi] Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI-Deutsches Archäologisches Institut), uluslararası arkeoloji araştırmaları alanında Almanya’nın en önde gelen kuruluşudur. Merkezi Berlin’de olan enstitü Federal Dışişleri Bakanlığı’na bağlı bir kurumdur. Enstitünün 100’üncü yıldönümü olan 1929’da İstanbul’da bir şube kurulmuştur. İstanbul şubesi, örneğin Pergamon, Hattuşa, Milet, Didyma ve Göbekli Tepe’de bilimsel araştırmalar yürütüyor. Enstitü Pergamon kazılarına, 1865 yıllarında yüzey araştırmalarında akropoldeki Bizans duvarı içinde, Zeus Sunağı’nın kabartmalarının bulunması sonucu başlamıştır. 1878 yılında Carl Humann ve Alexandre Conze tarafından resmi kazılara dönüştürülmüş olup enstitü günümüzde de çalışmalarına devam etmektedir.
[vii] Pergamon kazılarının başladığı tarihten günümüze hala kazı evi olarak kullanılan yapılar arkeolojik alan içerisinde bulunan peristyl bir ev ve aşağı agoranın bulunduğu alanda konumlanmıştır. Restorasyon ve konservasyon atölyeleri, depolar, yemek ve konaklama birimleri ile kütüphaneden oluşan kazı evi günümüzde Talatpaşa Mahallesi sınırlarında kalmaktadır.
Annesi Zehra Yalçın, kız kardeşi Hatice’nin 1969’daki doğumundan sonra epilepsi hastalığına yakalanınca bakıma, ilgiye muhtaç hale gelmiş. Zehra Hanım’ın okuma yazması hiç yokmuş. Geleneksel sokak yaşamının devam ettiği mahallede olmak ailenin hayatını kolaylaştırmış. İstediğinde sokakta toplanan arkadaşlarının yanına çıkmak veya ev yakın olduğundan bir ihtiyaç durumunda hemen geri dönebilme imkânı bile mahalleye daha sıkı bağlanmalarına sebep olmuş. 1986 yılında ise babasının kendi olanakları ile evde basit tadilatlar yaparak bir banyo ve mutfak eklediği bugünkü evlerine taşınmışlar.
Ayfer Şaşmazer, yapımı 1914-24 yılları arasında tamamlanan, bir süre Reji İdaresi tarafından kullanılıp ardından 1927’den itibaren yatılı mektep olan, 1933 yılında ise ortaokul kısmı eklenen Bergama Lisesi’nin ortaokul bölümünde eğitimine devam ederken ablası Ayşe Yalçın evlenir ve baba evinden ayrılır. O döneme kadar evin tüm işleriyle ilgilenen Ayşe Hanım’ın ayrılışının ardından, sürekli bakıma muhtaç olan anne, çocukluk çağındaki kardeşi Hatice ve evin işleri Ayfer Hanım’a kalır. Üstlendiği sorumluluklar sebebiyle eğitim hayatını yarıda bırakır. Bu onun hayatında yaşadığı önemli dönüm noktalarından biri olacaktır ve günümüzde hala eğitimini tamamlamayı isteyecek kadar içinde yer edecektir. Zamanla yeni hayatına alışmasıyla birlikte şansını iş yaşamında da dener ve keyifle öğrendiği terzilik mesleğini uzun bir süre devam ettireceği Karven Dikimevi’nde çalışmaya başlar. Dönemin önemli terzilerinden Hasan Türkcan’a ait dikimevi Yeni Camii’nin[i] hemen yanındaki çıkmazdadır. Bir daha hiç bırakmayacağı, aynı zamanda en büyük hobisi olan dikiş dikmenin inceliklerini burada öğrenip pekiştiren Ayfer Hanım’ın bu dönemde arkadaş çevresi de genişler. İşyerindeki hayatı, yaşadığı tüm zorlukları hafifletir, enerji toplamasını ve daha mutlu olması sağlar.
1988 yılında Susurluk’ta yaşayan bir kişiyle nişanlanır ancak kısa bir süre sonra nişan bozulur. Bundan birkaç ay sonra ise mahalleden Kemaleddin Şaşmazer ile tanışırlar. Evlerinin ön cephesinin baktığı Alp Sokak’ta üçüncü sırada bulunan evde ailesiyle yaşayan Kemaleddin Bey, 1973 yılında çırak olarak başladığı marangozluk mesleğine o yıllarda da devam etmektedir. O günlerde evlenmeyi hiç düşünmez. Özelliklede mahallede yaşayan kızlar ona göre kardeş gibi çok yakındırlar. Boynunu bükerek geçer yanlarından. Ancak büyüklerinin önerisine hayır demeyerek 1989 yılında Ayfer Hanım ile evlenirler. Geleneksel açıdan misafir ağırlamanın büyük önem taşıdığı düğün yemekleri kendi evlerinde verilir. Düğün ise Bergama Orduevi’nin arkasında, günümüzde cumartesi halk pazarının kurulduğu yerde bulunan Müzikhol Düğün Salonu’nda yapılır. Evlendikten sonra baba evinden çok uzağa gitmeyen Ayfer Hanım, Kemaleddin Bey’in ailesine ait evin üst katında yaşamaya başlar. Evlendikleri gün Altınoluk’tan gelen öğretmen olan amcası gelin olarak evden çıkan Ayfer Hanım’a neden hiç ağlamadığını sorar. Amcasına “Niye ağlayayım ki amca, mahalleyi bırak, neredeyse sokağım bile değişmiyor” diye cevap verdiğini bugün gülerek anlatıyor. Ayfer Hanım 22, Kemaleddin Bey ise 25 yaşındadır evlendiklerinde. Bir yıl sonra oğulları Alper dünyaya gelir ve bu dönemde çok severek çalıştığı işinden ayrılmak zorunda kalır. Ancak genç yaşta da olsa anne olmak yepyeni ve ona keyif veren bir dünyanın kapısını açacaktır.
Alper’in doğumuyla işini bırakmıştır ama terziliği hiç bırakmaz. Dönemin tanınan makinelerinden olan Omega[ii] marka dikiş makinesi ile evinde dikmeye, üretmeye devam eder. Artık sadece yakınlarına ve sevdiklerine hediyelik giyecekler üretmekte veya konu komşunun getirdiklerine yama dikerek mutlu etmektedir çevresindekileri. Bir diğer hobisi ise iğne oyası ve örgü örmektir. Boş kalan zamanlarında eline aldığı şişlerle ve iğnelerle rengârenk patikler, çocuk kazakları örer, tülbentlere çeşitli desenlerle iğne oyaları ekler. “İleride müstakbel gelinim olacak kişi bu yüzden çok şanslı” diyor yıllardır biriktirdiği çeyizleri elleriyle okşarken.
1999 yılında ailenin son üyesi katılır aralarına: Oğulları Umut dünyaya gelir.
Ayfer Hanım’ın babası, Kemaleddin Şaşmazer’i mahallede önceden de tanıdığı için damadı gibi değil her zaman oğlu gibi görmüş. Akşamları özel bir yemek daveti olduğunda yemekleri, aşçılıktaki mahareti bilinen Kemaleddin Bey’in yapmasını rica edermiş. Ayrı evlerde olsalar da her gün ailece kalabalık halde birlikte yemek yerlermiş. Kemaleddin Bey marangozluk mesleğini çok sevmesine rağmen 2000’lerde hazır mobilya sektörünün gelişmesi ve ürünlerin yaygınlaşması nedeniyle ortağı ile işlettiği dükkânı kapatmış. Ardından başladığı pazarcılık mesleğini ise yaşadığı bel rahatsızlığı sebebiyle bırakması onun için üzücü olmuş. Ancak o dönemki arkadaşları ile bir araya gelip geçmişi anmak hiç vazgeçmediği bir alışkanlık.
Kemaleddin Bey, ilerleyen dönemde yaşadığı art arda ameliyatlar ve trafik kazasından sonra çalışma hayatını tamamen bırakıyor. Bu dönemden sonra belinde bulunan platinler ile evde yaşam dönemi başlıyor: Koltuktaki köşesinde oturarak sevdikleriyle sohbet etmek ve televizyon seyretmek. Pazarcılıktan ona kalan kötü bir alışkanlık var; az uyumak. Şimdilerde birkaç saat dışında neredeyse hiç uyumuyor. Uzun uyumak baş ağrısı yapıyor. Elindeki sigara, kumanda ve evin girişinde köşedeki televizyon, ailenin uyuduğu saatlerde Kemaleddin Bey’in en yakın arkadaşları. 2021’in sonbaharında emekli olmayı bekliyor.
[i] Yeni Camii (1813) İnkılap Mahallesi, Bankalar Caddesi’nde yer almaktadır. Cami avlusuna, cadde üzerinde yer alan ve üzerinde inşa kitabesi bulunan yuvarlak kemerli kapıdan girilmektedir. Cami avlusunda, Rokoko tarzında mermer bir şadırvan bulunur. Şadırvan, 1227 (1812) tarihlidir ve Hacı Ömer Ağa vakfı tarafında yaptırılmıştır. Şadırvanın sekizgen ahşap örtüsü sekiz tane ahşap direk üstüne oturmaktadır. Deposu on iki köşeli olup, üzeri alçak kabartmalarla süslüdür. Caminin son cemaat yeri fevkanidir ve son cemaat yerine on bir basamaklı bir merdivenle çıkılır. Minare, harimin kuzeydoğu köşesinde yer alır. Minareyi, Bergamalı minareci Kamil Toy yaptırmıştır. Harimin kuzeyinde yer alan son cemaat yerine, merdivenlerle ulaşılan, üstü sundurma çatıyla örtülü bir sahanlıktan girilir. Harime giriş, yuvarlak kemerli bir kapıyla sağlanmıştır. Kapı söveleri profillidir. Harim; düz, ahşap tavanla örtülüdür.
[ii] Omega, özellikle 1940’lı yıllarda ürettiği dikiş makineleri ile tanınan, el ve ayak sistemli makineler üreten, İsviçre menşeili dikiş makinesi markasıdır.
Ayfer Hanım’ın babası Hasan Yalçın, 1992 yılında görevinden emekli olmuş. Vefatına yakın bir dönemde Ayfer Hanım ve ailesinin bu eve gelerek yerleşmelerini vasiyet etmiş. Şaşmazer ailesi de onu kırmayarak yanlarına taşınmış. Babasının ikinci vasiyeti ise evin kapısının hiç kapanmaması ve gelen herkese ikram yapılması. Çünkü Hasan Yalçın insanları çok severmiş; birilerini evde ağırlamak, sohbet etmek onun için büyük bir keyifmiş. Ayfer Hanım bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Evde otururken birden dört Japon öğrenci kafalarını uzatıp, yarım yamalak Türkçe ile ‘Tanrı misafiri kabul eder misiniz?’ diye seslendiler. Babam hepsini içeriye çağırdı. Birlikte beden dili ile sohbet ettik, yemek yedik. O gece bizde kaldılar. Ertesi gün kahvaltıdan sonra birbirimize hediyeler verdik, fotoğraflar çektirdik. Karşılıklı adreslerimizi aldık. Çok memnun halde evden ayrıldılar.” Bu ilginç hikâye aslında Yalçın ailesi için oldukça sıradan bir durum. Hiç kapanmayan kapıdan daha nice kişiler selamlar vermiş, evde misafir edilmiş ve yiyip içtikten sonra uğurlanmış. Aile şimdi bu geleneği devam ettiriyor. Kemaleddin Bey, uykusuzluğundan dolayı kapının hiç kapanmadığı, sabaha kadar açık kaldığı zamanlar olduğunu dahi söylüyor.
Babasının son üç yılı kolon ve akciğer kanseri tedavisi ile geçen Ayfer Hanım hayatında en çok bu dönemde koşturuyor. Bazen uzun süre eve gelmeden hastanede babasıyla birlikte kalıyor. Üstüne Kemaleddin Bey’in ardı ardına girdiği ameliyatlar, oğlu Umut’un atlattığı bir trafik kazası da eklenince 2000’li yılların ortalarında hayatının en zor günlerini yaşıyor. 2009 yılında baba Hasan Yalçın yaşama veda ediyor. Bu kente, bu eve yerleşilmesine sebep olan kişinin yanlarından ayrılması aile için bir dönemin kapanması anlamına geliyor.
Ayfer Hanım’ın büyük oğlu Alper şu anda Dikili’de bir kargo firmasında çalışıyor. Yoğun olan iş hayatına pandemiden dolayı artan kargo talebi de eklenince haftanın yedi günü çalışan, hiç izin kullanamadığı ve eve ancak akşam 9’da gelebildiği bir dünyanın içinde yaşıyor. Küçük oğlu Umut ise askerden geldikten sonra Çandarlı’da rüzgâr türbini kanatları üreten bir firmada iş bularak çalışma hayatına hızlı girmiş. Ayfer Hanım her ikisiyle de gurur duyuyor. Bu zor dönemde çocuklarının yanında olmasından ve çalışarak kendi hayatlarını kurabilecek durumda olmalarından çok memnun.
Tüm bu sahip oldukları ile Alp Sokak’a açılan iki katlı, beyaz cepheli ve mavi boyalı söveleri olan bu sevimli evde Ayfer Hanım, hemşirelik okulundan mezun olmayı amaçlarken yarım bırakmak zorunda kalıp, tüm zamanını evde eşine, anne ve babasına bakarak geçirdiği için kendisini yine kendi deyimiyle ‘hayat hemşiresi’ olarak tanımlıyor. Evlilik ve çocukları nedeniyle bıraktığı terzilik onu tüm bu sorunlara rağmen hayatta tutan en büyük hobisi olmaya devam ediyor. Kemaleddin Bey’in çok iyi bir eş ve evde kendisine her konuda destek olan bir yardımcı olduğunu söylüyor. Evine bakmaktan hoşlanıyor, eşiyle birlikte içini dışını boyadıkları evde kendilerine mutlaka bir meşgale buluyorlar.
Ayfer Şaşmazer, hobileri, mahalle sakinleriyle sıcak ilişkileri ve yanı başında olan çok sevdiği ailesi ile birlikte hayatın tüm zorluklarına göğüs germeye devam eden çok güçlü bir kadın.