rabia başa
bir mahallenin keşfi
Bergama’ya ilk gelişimdi ve buraya gelmeden önce Bergama’ya dair zihnimdeki tek imge haritadan ibaretti. Otobüsten Kale Mahallesi’ne çok yakın bir mesafede olan İstiklal Meydanı’nda indim. İner inmez dikkatimi kilimciler ve antika dükkanları çekti. Çevredeki küçük esnaf dükkanlarından ve kilimcilerden bölgenin aşırı bir dönüşüm geçirmediği kanaatine vardım. Kafamı kaldırdığımda antik Pergamon’un yönetim merkezi olan akropolü görmek beni çok heyecanlandırdı. Kale Mahallesi’ndeki yürüyüşüme İstiklal Meydanı’na komşu olan sokaklardan başladım.
Geçmişin ve şimdinin iç içe geçtiği bu yerde, Kale Mahallesi’ndeydim artık. Eski Rum evlerinin taş dokusu, mimarisi ve neredeyse tüm evlerin renkleri muhteşemdi. Yapıları dikkatlice inceledim. Sokaklara dair dikkatimi çeken şeylerden biri de insanların kapı önlerine koydukları eşyalar oldu. Kapı önlerindeki koltuklar ve sandalyeler mahalle kültürüne dair ipuçları veriyordu. Öğle saatleri olması nedeniyle sokaklarda kimse yoktu ama ilerleyen saatlerde sohbet seslerini duyacağımdan emindim.
Sokaklar dardı ve motosikletin tercih edilme sebebini sokakların darlığı olduğunu düşündüm. Ancak birkaç işlek sokak dışında motosiklet ve arabaya rastlamadım. Fotoğraf çekerken araçların durup beni beklemesine ise oldukça şaşırdım. İlerleyen saatlerde tahmin ettiğim gibi sohbet seslerini duymaya başladım. Yolumu görüntülere bağlı olarak değiştiriyor, mahalledeki sokakların beni yönlendirmesine izin veriyordum. Ancak sohbet seslerini duymamla birlikte, güzergahımı duyduğum seslere doğru yönelttim.
Evlerin önünde toplanan insanlar sohbet ediyor, çocuklar oyun oynuyordu. Çay içen, örgü ören, çocuğuna yemek yediren, uyutmaya çalışan, köpeğini dışarıya çıkaran insanlarla karşılaştım. Yanlarına gidip sohbet ettim, Bergama’ya dair anlattıklarını dinledim. Karşılaştığım herkes çok sıcakkanlı ve yardımseverdi.
Taş köprüye doğru yürümeye devam ettim. Bir bakkala girdim ve onunla sohbet etmeye başladık. Bana, Selinos çayının bir bölümünde ikiz tonozların üstünde kurulan yerleşim alanı için “ne yerde, ne gökte” dendiğini söyledi. Araştırdığımda bu bölgenin günümüzden 1900 yıl önce imparator tarafından inşa edilmiş 196 metre uzunluğunda üzerinde caddelerin ve evlerin yer aldığı bir antik köprü olduğunu, bu yüzden de Evliya Çelebi’nin bu alanı “ne yerde, ne gökte” olarak tanımladığını öğrendim. Sadece bu bilgi bile mahalleye olan ilgimi arttırdı.
Taş köprüde durdum ve Selinos çayındaki kurbağaların seslerini dinledim. Önümde hareketli şehir, arkamda sessiz ve hareketsiz akropol vardı. Kozak yaylasına doğru giden uzun taş kamyonlarının gürültüsü sessizliği bozuyordu.Ağustos ayının bu sıcak gününde dinlenecek bir gölge ararken kendimi Sultan I.Bayezid tarafından 1399’da yaptırıldığını öğrendiğim Ulu Cami’nin sessiz ve sakin bahçesinde buldum. Ve Kale Mahallesi’ndeki ilk yürüyüşümü bu noktada tamamladım.
Bergama’ya ikinci kez ise eylül ayında geldim, bu defa Kale Mahallesi’ndeki yürüyüşümü Pergamon Akropol’üne komşu olan mahallenin sınırlarında gerçekleştirdim.
Mahallenin tekinsiz sokaklarını, çıkmazlarını, antik şehrin ıssızlığını ve doğasını keşfettim. İçinde artık yaşam olmayan evlere girerek yaşamın izlerini sürdüm. Geçmişin ve şimdinin parçaları bu kez terkedilmiş bir evin dökülen sıvasının altından çıkan eski bir desen, evi hala koruyan bir muska, yanan bir evden kalan koltuklar ve toprağın üzerindeki seramik parçaları olarak hafızamdaki yerlerini aldılar.
Ağustos - Eylül 2020, Bergama.