Zihne yerleşip dilde yansımasını bulan eril düşünce, doğadaki biyolojik varoluş mücadelesini genel geçer bir biçimde özetleyen ‘güçlü olan hayatta kalır’ sözünden de kuvvet alarak kazananlar ve kaybedenler karşıtlığına vurgu yapar. Kazananlar elde ettikleri iktidarı mutlaklaştırmak için bilinçli olarak tahrif edilmiş kendi mücadele tarihlerini yazarlar. Mitler oluşturmaya yönelik resmi tarih anlatıları, gücü ve bu gücün gölgesinde oluşturulan biat ve itaat sistemini pekiştirmenin bir aracıdır. Küçük bir azınlığın, büyük bir çoğunluğa kendine dayattığı bir alan olarak resmi tarih, çoğunluğu oluşturan sıradan bireyleri ve gündelik hayatın ince detaylarını görünmez kılarak kabaca şekillendirilmiş, manipüle edilmiş ortak hafızayı kurgular.
İnsan hayatını esas ve sürekli olarak biçimlendiren, dar ve geniş çeperde yaşanan büyük pazar paylaşım kavgaları değil gündelik yaşama dair olgulardır. Bu yüzden, göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir hafıza birikimine sahip bireylerin ‘anı’ya indirgenmiş yaşam hikâyeleri birbirine eklemlenerek, yazılmamış insanlık tarihinin ortak metni oluşturulabilir. Bu metin sıradan olanın birkaç satır içinde de olsa popüler ve muktedir hale gelmesine aracılık etmez; her birimizi bir başkasının tarihinin parçası kılar, birbirimize yaklaştırır. Cinsiyetin, coğrafyanın, kültürün, dilin ve inanç sistemlerinin farklılıklarını ortadan kaldırıp kolay yönetilebilir ve yönlendirilebilir tek tip bireyler yaratma peşindeki iktidar sahiplerinin tarihine alternatif olarak kabul edilen sözlü tarih çalışmaları, sıradan ve günlük olanı kapsayacak biçimde bütün insanlara kendi hikâyelerini paylaşma, biriktirme ve etkileşimde bulunma olanağı verir.
Binlerce yıllık bir süreçte Pergamon’dan Bergama’ya dönüşen kent, hayatın kesintisiz biçimde sürdüğü ender yaşam alanlarından biridir. Kentin resmi tarihi, kralların, imparatorların, padişahların, beylerin, voyvodaların egemenlik alanlarındaki faaliyetlerinden bahseder. Sıra dışı olaylarla biçimlenen bu yerel resmi tarih, zaman içinde kimi seyyahların tuttukları notlarda karşımıza çıkan günlük hayat izleriyle kısmen kırılmaya uğrar. Daha yakın dönemde ise yerel araştırmacıların ve kent insanlarının kayıt altına alıp kitaplaştırdıkları yakın geçmişin günlük hayatı, resmi tarihin kırılmasına katkıda bulunur. Bilinçli ya da bilinçsiz biçimde yapılan bu müdahalelerin yarattığı birikim, sivil ve alternatif bir tarih yazımının ön çalışmalarıdır.
İki bölümden oluşan Bir Mahallenin Hafızası: Kale projesi de bu ön çalışmaların bir parçası olarak kabul edilebilir. Projenin iki ayağından birini oluşturan Bir Mahallenin Kayıtları bölümü, temelde, kentin tarihini ele alırken, dayatılan ve aşina olunan büyük ve sıra dışı olaylardan, yaşanan köklü değişimlerden, büyük savaşlardan ve ünlenmiş insanlardan bağımsız olarak gündelik, sıradan hayata odaklanarak kentin tarihine farklı bir bakış getirmeyi denemektedir. Kale Mahallesi’nin ikisi çıkmaz, yedi sokağını, bir meydanını ve bir caddesini araştırma kapsamına alan sokak monografileri, çalışmayı yapan proje katılımcılarının ürettikleri ve aile albümlerinden toplanmış fotoğraflar ile yüz yüze yapılan görüşmelerin kayıtlarından oluşmaktadır. Ayrıca çalışma kapsamında mahalle sakinlerinden farklı profiller ortaya koyan sekiz kişinin görsel ve biyografik hikâyelerine yer verilmektedir.
Bir Mahallenin Kayıtları bölümünde yer alan sokak monografilerinin ilkinde, resmi statüsü bulunmayan ve Ulu Cami, Talatpaşa ve Kurtuluş mahallelerinin toplamından oluşan Kale Mahallesi’nin batı ve güney batı sınırını çizen Kınık Caddesi ele alınıyor. Bergama’nın en eski caddelerinden biri olan Kınık Caddesi, geçmişte olduğu gibi bugün de kentin çarşısı olmaya devam eden İstiklal Meydanı’ndaki iş yerlerinin devamı niteliğinde ve çok sayıda küçük ticari işletmeyi barındırıyor. Bu işletmelerdeki esnaf ile yapılan görüşmeler sayesinde babadan oğula süregelen ticari faaliyetlerin niteliğinin, zaman içindeki değişiminin ve ticaret kültürünün izlerini sürmek mümkün.
Caddeden ilerleyip mahallenin sokaklarına girdiğimizde, Kestelli Sokak, Alp Sokak, Şazelli Sokağı, Paşa Çıkmazı Sokağı, Tabak Köprü Çıkmazı Sokağı ve Kültür Sokak’ta devam eden gündelik hayatın sıradan akışına tanıklık ediyoruz. Avlularda turşular kuruluyor, duvarlar boyanıyor, hastalara bakılıyor, bisiklet sürülüyor, işe gidiliyor, düğün yemekleri veriliyor, restorasyonlar yapılıyor, akşam üstü olduğunda kapı önlerindeki iki üç basamaklı merdivenlere oturulup çay eşliğinde sohbetler ediliyor, hayat pahalılığından yakınılıyor, dar sokaklardan arabalar geçerken ayaklar kenara doğru çekiliyor. Tahmin etmesi hiç zor değil; yüzlerce yıldır yaşananlar tekrar tekrar yaşanmaya devam ediyor.
Dar, kıvrımlı ve yokuş sokaklar dört bir yandan mahallenin büyük alanına çıkıyor. Domuz Alanı’na devlet istediği kadar İttihat Terakki desin, halkın dilinde adı değişmiyor meydanın. Görkemli ağaçlarıyla, Pergamon Akropolü ve kuş bakışı Bergama manzarasıyla kentin belki de en ferah bölgesi olan Domuz Alanı, Roma Dönemi’nde Kale Tepesi yamaçlarına yapılan tonozlarla düzleştirilmiş geniş zemininde, her zaman saygıyla anılacak mimar Cengiz Bektaş’ın modern ve kent mimarisinin tarihiyle uyumlu yorumunu barındırıyor. Meydanın çevresini saran bazısı terk edilmiş, bazısı oldukça bakımlı, bazısı restore edilerek restorana ve otele dönüştürülmüş göz alıcı yapılar, mahallenin ortak hafızasındaki yüzyıllık anıların mekânları konumunda. Köşedeki servi, zamanında yoksul Rumlar’ın kullandığı eski kilisenin bahçesinde yaşamaya devam ediyor; kıyıdaki tonozların üzerindeki Rum kahvehanesinden restorana dönüştürülmüş taş yapıda bugün rakı içilip uzun yaz akşamlarının ve manzaranın tadı çıkarılıyor; iki çınar ve bir çeşmenin hemen dibinde zorlukla yürüyen yaşlı kadın komşularına bacaklarındaki ağrıdan şikayetleniyor; iki çocuk ellerindeki bidonlara su doldurmak için Roma çeşmesine doğru koşuyor; dedesini babasını vebadan, dedesini veremden kaybeden bir adam telefonla konuştuğu İstanbul’daki akrabasına pandeminin Bergama’daki son durumunu anlatıyor; büyük şehri bırakıp Domuz Alanı’ndaki aile evine geri dönen kadın kendisiyle sohbete gelenlere gençlik fotoğraflarını gösteriyor.
Sokak monografilerini daha da derinlikli kılan, günlük hayattan insan hikâyelerini barındırmaları. Serginin portreler bölümünde, açılan kapılarından avlulara, avlulardan odalara, odalardan hayat hikâyelerine geçiliyor. 17 yıllık muhtarlık geçmişine rağmen ‘Kokoreççi Başçavuş’ olarak bilinen Ali Yurtseven, bahçesinde çocuklara filmler oynatan Efe Nazım Arslançelik, üzerinde ‘Adalı’ yazan çizmelerini parlatıp Hükümet Konağı önündeki bayrak törenlerine giden efe torunu Cengiz Kızılık, çocukluğunu Bergama’nın ören yerlerinde koşturarak geçirmiş Ayfer Şaşmazer, ‘Adalıların eteği belindedir, namlıdır, kimse sokulamaz onlara’ diyen Midilli doğumlu ‘şohi’ kadın Ayşe Üregen, evlerinin önündeki dut ağacının altında kocasıyla oturup keyfetmek için açtığı iki kişilik Dut Kafe’yi çok seven ‘Hanımağa’ Fikriye Ertop, 1950’lerde kırmızı oje sürdüğü için kına gecesinde kına yakmayı reddeden Cavidan Çobanoğlu, çocukluğunda dayısı ile İzmir’e gitmek için Dikili’den bindikleri gemide ayaklarını denize doğru sallandırmanın verdiği keyfi unutamayan Makbule Çelen’in hayat hikâyeleri… Onların biz, bizim onlar olduğumuz hikâyeler. Yer yer çok tanıdık, yer yer çok farklı… Kaybetmeler ve kavuşmalar tarihi… Baba vasiyeti gereği kapısı hiç kapatılmayan evlerde ağırlanan misafirler, evlerin yüz yıl önceki sahiplerinin çocuklarının denizleri aşıp yaptıkları ziyaretler, tel örgülere asılıp bırakılan üniformalar, yangında ölen çocuklar, kendi sınırlarını görmek için genç yaşta tek başına taşınılan evler, en çok kovboy filmlerini seven efeler, ‘Biz âşık garibiz, bizim gibi gülen âşık garip var mı?’ diye birbirine soran âşıklar, ‘Gelen geçen eğlensin, gölgesinden faydalansın, kuşlar meyvesinden yesin’ diyerek ağaç dikenler, bir kumaşın üzerine yüzlerce puantiye işleyip kendine gösterişli elbise diken terziler, gelin hamamında misafirlere ikram edilen pekmez ve peynirler…
Bir Mahallenin Kayıtları, sokaklardan bireylere uzanan seyriyle ortak sivil hafızaya, Attalos Hanedanlığı’nın, Kleopatra’nın, Karasi Beyliği’nin, Sultan Bayezıd’ın, Enver Paşa’nın, Adnan Menderes’in değil, bir mahalle halkının sırlarının, umutlarının, acılarının, öfkelerinin, içtenliğinin, ketumluğunun, paylaşımcılığının, yalnızlığının kayıtlarını ekliyor.
Yücel Tunca
Sarı Denizaltı Sanat İnisiyatifi